Mükemmeliyetçilik çoğu zaman bizi ileriye taşıyan bir motivasyon gibi görünür. Daha iyisini yapmak, eksikleri gidermek, kusursuz bir sonuç ortaya koymak… Bunlar kulağa değerli hedefler gibi gelir. Ama işin gerçeği şu: mükemmel olma isteği, yaratım sürecinin en sinsi düşmanlarından biridir. Çünkü insan, “daha iyiye ulaşma” arzusuyla yola çıkarken, “asla yeterli olmama” tuzağına düşer.
Tasarımda bu durum çok iyi bilinir. Bitmeyen revizyonlar, defalarca değiştirilen renkler, tipografiyle günlerce oynanan taslaklar… Bir noktadan sonra üretim, ilerlemek yerine kendi içinde sıkışır. Ortaya çıkabilecek onlarca fikir, kusur arama döngüsünde kaybolur. Ve çoğu zaman proje asla “tamamlanmış” hale gelemez.
Hayatta da farklı değildir. İdeal anı beklemek, sürekli ertelemek, hiçbir zaman hazır hissetmemek… Bunların arkasında da aynı mükemmeliyetçilik vardır. İnsan bir türlü başlayamaz, adım atamaz, karar veremez. Çünkü içten içe bilir ki, her şey kusursuz olmayacaktır. O yüzden hareketsizlik, hayali bir mükemmelliğin gölgesinde gerçek ilerlemenin önüne geçer.
Oysa her yaratım sürecinde değerli olan şey, kusursuzluk değil, tamamlanmış olmaktır. Bir tasarımın işlevsel ve samimi olması, çoğu zaman onun kusursuz olmasından çok daha etkilidir. Bir kararın eksiksiz olması gerekmez; hayata geçirilmiş olması zaten başlı başına bir güçtür.
Mükemmeliyetçiliği aşmanın yolu, “yeterince iyi” fikrini kabullenmekten geçer. Bu, vasata razı olmak değildir; aksine, ilerlemenin tek gerçek yoludur. Çünkü hiçbir iş kusursuz başlamaz, hiçbir fikir hatasız doğmaz. Asıl cesaret, eksiklerle üretmeye devam etmektir. Bitirmek, cesarettir. Ve çoğu zaman tamamlanmış bir iş, var olmayan bir mükemmellikten çok daha değerlidir.
Diğer yazılarımı okumak için buraya tıklayın.